27 Kasım 2007 Salı

maviye çalan kırmızıydı


Maviye çalan bir kırmızıydı. Renklerin içinde en imkânsızıydı. Ne ebruda vardı yeri ne de ebrulide. En fazla, ebruzenin çaresizliğiydi. Kalıcı değildi. Suyun üzerine bırakılan gölgeydi. Faniliği bu yüzdendi. Gökkuşağına sorsan, başını eğerdi. Bir su damlasıydı ancak; gurupta güneşin önünden geçmeliydi. Oysa yolu güneşten geçen bir su damlasının kaderi, daha önceden belliydi.Buhar olabilirdi. Yok olabilirdi ki buhar güneşe teslimiyet demekti. Güneş bir yangın yeriydi.Ateşin, daha az ateş olana galebe çaldığı fizik kurallarıyla sabit bir dünyada su cürmü Kadardı. Maviye çalan bir kırmızıydı. İmkânsızdı... Yelkovanın akreple her vuslatında çoğalacak yalnızlıkların habercisiydi. fişeğin gökyüzündeki kalıcılığı kadardı.Açık bırakılmış ya da kapatılması unutulmuş bir kapının içinden usul adımlarla, (kalbin sahibine sormadan) geçerek rengini bırakırdı. Geç kalmamış bir baharda, öğle ile akşam arasında bir namazı eda eder gibi telaşsız ve huzurlu, gökyüzünden inen yağmur damlalarının taze bir gülü öpüşü gibi ansızın yakalardı. Sormazdı. Sorsa kimseler içeri almazdı. Maviydi deniz, kırmızıydı ateş. İkisinin buluştuğu yer ufuk çizgisiydi. Çizgi bir anlıktı. Mavi vardı, kırmızı vardı da, maviye çalan kırmızının renkler içinde yeri yoktu. Yalnızdı. Yalnızlığı kendinden menkuldü. Geçtiği yerlerde bir yalan gibi dururdu. Bir kalp bir hayata sığmadığında, arka sokaklarda, tenhalıklarda gezinmeye başladığında, alıp başını çekip gitmek arzusundan kurtulamadığında; dindirmeye çalıştığında acısını, söndürmeye çalıştığında yangınını leke büyümüş demekti. Başladığı yerde bitmeyen bir hikâye gibiydi.Doğdukça büyüyen, büyüdükçe dağılan bir çıkmazın orta yerindeydi. Su bedeni, ateş ruhu arıtırken, su lekesiz ve ateş lekesizken, su ve ateş henüz kirlenmemişken, su ve ateşten mürekkep maviye çalan kırmızı rengin, kalpte açtığı derinliği, yaşattığı gerilimi ve lekeyi ne temizlerdi? İmkânsızdı. Çünkü renklerin en neşelisinin ve en ateşlisinin içindeydi. Su, üzerine düşürülen görüntüyü aynıyla geri verirken ateş gölgelerini büyütmekle meşguldü. Kalbin gözlerinde aşk bu yüzden hep yenikti. Kan kırmızısı gelincikler büyürdü kalbin üzerinde. Kalbinde bir gelincik tarlasını taşıdığını zanneden, aslında bir yanılgıyı büyütmekteydi gizlice.Metruk bir kente dönüştüğünde kalp, inşa edilen ne varsa yıkıldığında, yerle bir olduğunda, zaman kendini yeni zamanlara çoktan eklemiştir. Eskiye dair ne varsa kalbe aitti. Ateşle suyun kavgası başlardı.Bir deniz çıkardı karşısına ilk önce.Oysa deniz arkanızdaydı. Bu sadece sizin varsayımınızdı. En çok da ihtimal hesaplarının aşkın matematiğinde yeri yoktu. Bir yangının içinde olmak, bir yangının içinde bırakılmak, en çok bir denize kavuşma arzusunu uyandırırdı. Bu yüzden ya denizleri ateşe verirdiniz ya da ateşi denizde eritirdiniz. Su sonsuzluğa davetti de, ateş olan aşk sondan bir önceki haberciydi. Renk aslına rücu etti. Ne mavi kaldı geriye ne kırmızı. Neyzen neyi üfledi ses çıkmadı. Ebruzen suya dokundu ateş çıktı. Boynunda hep yitik mavi bir lale taşırdı. Oysa mevsim, kırmızı güllerin mevsimiydi. Anlatmaya çalıştı. Bu hikâye anlaşılmadı. Leke çıkmadı! ... Alıntıdır..

Hiç yorum yok: